Gazeteci ve Yazar Veysel Boğatepe, kültür ve sanat alanında yaşanan yozlaşmayı magazinsortie.com için kaleme aldı. Cumhuriyet döneminin yetiştirdiği sanatçıları birer birer yitirdiğimiz şu günlerde yeni sanatçıların yetişmediğine dikkat çeken Boğatepe, kapitalizmin sanat ve sanatçı kavramlarını da olumsuz etkilediğini gözler önüne seriyor!
Parlak neonlar Altında Figürler
Bireyden başlayarak aileye, buradan da toplumsallığa kadar uzanan çürümüşlük, insanı özgürleştiren sanatı, edebiyatı da dönüştürerek kapitalizmi, şöhretin kıblesi yaptı. Bu toplumu inanç değeriyle, kültürüyle, sanat ve edebiyatıyla, diliyle, değer yargılarıyla zehirleyenlerin başında gelen şöhreti budalalığıdır. Her eline mikrofon alan, bulduğu her meydan kürsüsünde iki lafı bir araya getirip de anlamlı tek cümle kuramayan, parlak neonlar altında sahneye çıkıp da kendini tanırının yeryüzünde ki gölgesi zannedenler toplumsal karşılığını buluyorsa burada eleştirilmesi gereken onlar değil. Öncelikle herkesin öz eleştiri yapması gerekmektedir.
Normal çürüme tabandan başlayıp tepeye doğru çıkar ancak bizdeki çürüme de doğal döngüsünü kaybetmiştir. Tepeden başlayıp tabana doğru iniyor ki bu eşyanın bile tabiatına aykırıdır. Demek ki toplum olarak çürüyüp kokuşmaya başlamışız ve bunun doğal sonucu da yok olmaktır ki bu süreç yine kadın üzerinden yapılmaktadır. Fakat ne yazık ki kadın, kendi kimliğine sahip çıkmak yerine neredeyse her alanda pazarlamanın tek aracı haline gelmiştir. Kadının bu denli hiçleştirilip kimliksizleştirilmesinde bizzat kadının kendi rolü büyüktür. Satışa sunulan bir otomobilin üzerinde iç çamaşırıyla poz veren kadının rolü nedir acaba? Satılan kadın mıdır yoksa araba mı? Sahneye çıktıklarında neden bir yerlerini açıp göstermeye ihtiyaç duyarlar veya iç çamaşırıyla sahneye neden çıkarlar? Tüm aptallıklarının uygarlığın ölçütü mü zannediyorlar acaba? İç çamaşırıyla sahneye çıkmak ne kadar ahlaki kurallara ters düşüyorsa günlük kıyafetle denize girmek de terstir. Fakat ilginçtir ki günlük kıyafetiyle denize girenler mini etek giyenlerin ahlaki değerlerini sorgularken mini etek giyen de onların ahlaki değerlerini sorguluyor. Kimilerini anneleri elleriyle soyup piyasaya sunuyor ise burada sanatla çıplaklık ilişkisi değil de ana kutsallığının paranın sıcaklığına yenik düştüğünün kanıtıdır. Ortalığın vesikasızlardan geçilmemesi, pis heriflerin böylelerine fiyat biçip prim vermesiyle doğrudan ilişkilidir. İşte toplumsal ahlaki çürüme ve kokuşma budur!
Magazin çöplüğü
Üzerine “aşk” etiketi yapıştırdıkları bedenlerini metaya takas ettiklerini kimsenin bilmediğini zannedecek kadar aptallar. Özellikle aptallık diyorum çünkü delilik de dâhil olmak üzere diğer psikolojik rahatsızlıklar tedavi edilebilir ama aptallığın tedavisi yoktur. Bu gerçekliğe rağmen aptal çehrelerine yaptıkları parlak imajların gerçek kimlik ve kişiliklerini kapattığı sanrısına kapılırlar. Kendi aralarında kaynattıkları dedikodu kazanından beslenirler
aynı kazana kaşık salladıklarının farkında değiller. Ve yine kendi aralarında türlü ayak oyunları, türlü numaralar çevirirler de o numaraların bedenlerine büyük geldiğinin ayrımına varamazlar. Bütün mesele kim güzel, kim çirkinden ibarettir de her birinin güzelliği şarkıcılığını, türkücülüğünü gölgede bırakıyorsa yaradılış icabıdır. Çünkü tanrısından torpillidir. Bir tek onu özenerek, bezenerek yaratmıştır da kulluğunun da farkında değildir. Fakat sözde kendini aşma arzusu gerçekte yenilgiye isyanıdır. Bütün çırpınışları, uğraşları mideden beslenmek, ilkel toplumlarda olduğu gibi toplayıp biriktirmektir. Her biri diğerinden farklı olduğunu iddia eder de aslında tek fark farksız olmalarıdır. Çünkü beklentilerinden, alışkanlıklarına, tavırlarından söylemlerine, giyimlerinden dağarcığındaki sayılı ve kısıtlı kelimelere değin tek yumurta ikizi kadar bire bir aynıdır.
Naylon sırlarıyla ışıltılı dünyada boy gösterip çalım atarlar da paranın kirine yenik düşerken namus kavramını da ortadan kaldırdıklarını, insani değerlerini metanın üzerinden yükseltip yücelttiklerini görmeyecek kadar zekâdan fukaradırlar. Hırsızlığı, yolsuzluğu, yalanı, talanı, ahlaksızlığı vb. insani değerleri hiçleştiren onursuz yaşamları ilke edinenleri alkışlıyorsak ve bunlar da marifetleriyle övünüyorlarsa bunda şaşılacak bir durum yoktur. Kapitalizmin şırınga ettiği ahlaksızlığa alkış tutmak çoğunluğun yaşam biçimi değil mi zaten? Günübirlik birlikteliklerin adını aşk koyup mutfaklarında sevda kaynatıp sonra da yatak odalarında içenlerin tükenmişliği buradan başlamıyor mu? Kapitalist düzen kendi varlığını sürdürecek şekilde her şeyi tanımlayıp, planlamıyor mu zaten? Gerçek böyle olunca da en pahalı parfümü sıksalar da kokuşmuş düzene lastik kokan şarkıcılar, türkücüler yakışır elbet. Kokladıkça açılan, açıldıkça kokan! Kimlerden bahsettiğim anlaşılmadıysa eğer, posası çıkana kadar kapitalizmin kullanıp attığı magazin çöplüğüne bakabilirsiniz.
Sanat işçiliği
Bu kokuşma ve kirlenmeye gark olmayan bulaşmayan öyle sanat işçileri vardır ki onların sanatında ucuz gösterilere yer yoktur. Batan geminin mallarının peşinden de koşmadılar hiçbir zaman. Onlar ki dinamit yerleştirildi bulutlarına, kurşun yedi pencerelerindeki ay, cenk sofralarında talan edildi yürekleri, gözyaşlarını kirpiklerine tutsak ettiler de ağlamadılar. Baskıya, yıldırma politikalarına karşı sinmediler, eğilip bükülmediler, duruşlarından, çizgilerinden ödünler vermediler. Sanatın, kimliğin yozlaştırıldığı, ucuzlaştırıldığı yapay, sentetik dünyada mücadeleden vazgeçmeyecek kadar direnişçiydiler. Sanat adına bir ömür harcadılar da ucuz şarlatanlar kadar hükümleri olmadı. Bizler sanat adına yapılan her şeyi olduğu gibi veya söylendiği haliyle kabul edip sorgulamıyorsak adeta kültür mantar gibi sanat alanında çoğalmalarına duyarsız kalıyorsak, sanat işçilerinin saçlarındaki aklardan yalnız kendilerini sorumlu tutuyorsak ve dahası unutulmalarından, göz ardı edilmelerinden yana tavrımız bilinçsiz, duyarsız ise saçlarındaki aklardan onlar değil bizler sorumluyuz. Bizim duyarsızlığımızı bencilliğimizi ne diye sahiplensinler ki?
Müzik eşliğinde sadece dudaklarını kıpırdatanlar, birkaç klişe dans figürü ve biraz da çıplaklık sanatçı olarak kabul görüyorsa, teşhis koyan ama tedavi yöntemini bilmeyen doktorun, neye ve kime baktığının ayrımında dahi olamayan bakanın, kendisine dahi vekillik edemeyen vekilin yönetimde olduğu bir düzende çürüme tepeden, tabana doğru devam edecektir. Sanatın işçiliğini yapanlar emeğin, diplomalı cahiller ile paralı ödüller karşısında hükmünün olmadığını acı bir gerçek olarak gördüler. Fakat omuzlarında ağır bir yük olarak taşıdıkları toplumsal sorumluluklarının altında hiçbir zaman ezilmediler, şikâyet de etmediler. Fakat yaşadıkları çilenin brandasını üstlerinden atarken yaşamın bir yandan mutluluk diğer yandan hüznün kaynağı olduğunu gördüler de bir tek bizler göremedik. Hiçbir alanda onların yerini dolduracak kimse yetişmiyor. Bol hormonlu turfanda zerzevat dışında…
VEYSEL BOĞATEPE