Gazeteci, yazar, müzisyen Zülfü Livaneli bu hafta Oksijen’de yayınlanan ‘‘Ulema ve cehalet’’ başlıklı makalesinde şunları yazdı.
‘‘Cehaletin zafer kazandığı bir dönem bu. Sadece muhafazakarlıkla ilgili bir mesele de değil. Görüşlerin, kanaatlerin, bilgilerin gerçek anlamda bilimselliğe ve gerçek düşünceye dayanmadığı, anlama hevesinin iyice azaldığı, herkesin sürekli yorumlar yaparak birbirine saldırdığı bir dönem. Sanki neden sonuç ilişkisiyle dönüşmek, bilgileri karşılaştırarak başka alandaki bilgilerle ilişkilerle düşünce üretmek övünülecek değil de dalga geçilecek özellikler ortaya çıkıyor. Düşüncede derinleşebilmek cahil olmamak sanki kötü bir şeymiş bir gibi’’
''ABDULHAMİD, 'BENİM TEBAM İÇİNDE EN GERİ KALMIŞ MÜSLÜMANLARDIR' DİYOR, BU DURUMU OKUMA YAZMA BİLMEMELERİNE BAĞLIYOR''
Kimilerinin Hitler’in gözdelerinden Göring’e kimilerinin Goebbels’e atfettiği ‘‘kültür kelimesini her duyduğumda elim tabancaya gidiyor’’ sözünü hatırlatan Livaneli, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren düşünceye, aydınlanmaya, felsefeye iyi bakılmadığının altını çiziyor ve Osmanlı padişahlarının kötü gidişi önleme ve Batılaşma çabalarına ağırlıklı olarak karşı çıkan kesimin ulema olduğunu dile getiriyor:
‘‘Bugün Osmanlı özleminden söz edenler, kendilerini Osmanlıcı diye ileri sürenler, padişahlardan sempatiyle söz etseler de aslında o ulema takımının düşünceye karşı olan kültürün devamı niteliğindedir. Yoksa Osmanlı sarayı hiç de onların iddia ettiği gibi bir yer değil. İkinci Mahmud’un Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’yi açık konuşması bu konuda kanıt niteliğindedir. ‘Siz bu mektepte Fransızca okuyacaksınız’ diyor, ‘‘ama amacımız Fransızca öğretmek değil. Tıp bilimini anlamak için Fransızca anlamak zorundasınız’... Abdülhamid de aynı yönde sözle söylüyor. ‘Benim tebam içinde’ diyor tebam dediği Kafkasya’dan Afrika çöllerine, Adriyatik’ten Basra Körfezi’ne kadar büyük bölgede yaşayan bütün halklar. Hristiyan, Yahudi, Müslüman hepsi. ‘Benim tebam içinde en geri kalmış Müslümanlardır’ diyor. Özellikle Türkler bu durumunu okuma yazma bilmeyişlerine bağlıyor.’’
Livaneli yazısında ulemanın padişahları canından bezdirdiğini söylerken geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz ‘‘tarihçilerin kutbu’’ Prof. Halil İnalcık’ın üzerinde çalıştığı Kadızadeler hareketinin 17. Yüzyıl’da başlayarak yalnız padişahları değil şeyhülislamları dahi ‘mürtet’ (dinden dönen, dini reddeden) ilan ettiklerinin altını çiziyor.
''GERÇEĞE DÜŞMAN BİR ANLATIŞIN ELEŞTİRİYE VE MUHALEFETE YAKLAŞIMI NASIL OLABİLİR Kİ?''
Livaneli yazısına şöyle son veriyor:
‘‘Düşünce özgür olmayınca, sanat olmayınca üretim de gerçekleşmiyor. Eleştiri mantığı gelişmiyor. Gerçeğe düşman bir anlayışın eleştiriye ve muhalefete yaklaşımı nasıl olabilir ki? Bizde kültür düşmanı, bilim, insan, düşünce düşmanı bir geleneğin varlığını çok uzun zamandır koruduğunu kabul etmek gerekiyor. Osmanlı padişahlarını da gerektiğinde deviren, asan kesen, onların getirdiği yeniliklere karşı çıkan ve maalesef ‘ulema’ diye isimlendirilen o gerici kesim hala varlığını sürdürüyor.’’ (Oksijen)