KÜLTÜR SANAT

"Diziler, Türkiye'nin durumunu daha iyi yansıtmaya çalışıyor"

Arnavutluk’tan, bir miras meselesi nedeniyle ailesiyle birlikte altı aylıkken Türkiye’ye gelen genç oyuncu Şüküri Çavuşay, her iki ülkede aldığı ciddi bir tiyatro eğitiminden sonra profesyonel hayata çok hızlı bir giriş yaptı.

Röporaj: Abdulkadir Büyükbingöl
Fotoğraflar: Ali Kılıf

Bir sezona; 4 tiyatro oyunu, iki film, bir dizi ve bir de doktora sığdırdı. Şu sıralar Vahide Perçim ve Talat Bulut’un başrollerinde oynadığı “Göç Zamanı” dizisinde “Zafer” karakterini canlandırıyor. Stanislavsky çevirisinin Almanca’dan Türkçeye çevrildiğini ve bunun çok sorunlu olduğunu belirten genç oyuncu,  sohbetimizde Tiyatro ve dizi piyasası ile ilgili Türkiye ve Arnavutluk’u da karşılaştararak dikkat çeken tespitlerde bulundu.

Sizin ile ilgili internet üzerinden ulaşılan bilgilere baktığımda Türk asıllı Arnavut oyuncu deniyor. Bu yanlış bir bilgi değil mi?
Ben Arnavutluk’ta doğdum. Annem, babam Arnavut. Ben altı aylıkken ailem İstanbul’a göç ediyor. Ben 11-12 yaşıma kadar burada büyüyorum, çocukluğum burada geçiyor. Sonra tekrar Arnavutluk’a dönüyoruz.
Arnavutluk’tan neden geldiniz?
Benim dedemin amcası kraliyet döneminde önce Amerika’ya sonra buraya göç etmiş. Atatürk  zamanları oluyor. Arnavutluk ise o zamanlar komünizm sistemine girince geri dönmek için tüm yollar kapanıyor. Ne dışarı çıkılabiliyor ne de Arnavutluk’a girilebiliyor. Doksanlı yıllarda ise demokrasiye geçiyoruz ve kapılar açılıyor. Kapılar açıldıktan sonra bağlar yeniden oluşuyor.
Dedemin amcasının hiç çocuğu yokmuş ve Türkiye’de  Eminönü-Unkapanı yakınlarında mirası varmış. Bize telgrafla haber veriliyor. Babam bunun için geliyor, dava açıyor. Mahkeme birkaç sene sürünce beni ve annemi de yanına alıyor. Bundan dolayı Türk kültürüyle yetiştim. Anneme “mami” değil, anne diyorum. Bazen, Türk asıllı mı Arnavut muyum diye soranlara “annesine, anne diyen bir Arnavutum” diyorum.
Peki, tekrar neden geri döndünüz?
Buraya gelmemizin sebebi eski bağlarla ilgiliydi. Daha önce dönecektik aslında ama Arnavutluk’ta1996-97 yıllarında iç savaş çıktı. Daha doğrusu komünizmden demokrasiye geçiş yaşanıyordu. Tehlikeli durumlar olduğu için dönememiştik ama 2002 yılında Arnavutluk’a geri döndük. Zaten mesele buraya gelmek değildi. Biz de bu yüzden uygun zamanda ülkemizde yaşamak için geri döndük.
Sonra siz tek başına  geri döndünüz!
Evet, Bahçeşehir Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimi gördüm. Aynı zamanda futbol oynuyordum. Bir ara çok kısa süre Beşiktaş’ın altyapısında da oynadım fakat orada bir antreman sırasında sakatlanınca futbolu bıraktım. Tekrar Arnavutluk’a döndüm. Orada tiyatro yönetmenliği akademisine girdim.
Futbol hayatınız bittiği için mi kendinize sanat alanında bir yol açtınız?
Zaten çocukluktan beri ikisi birlikte ilerliyordu. Aslında futbolcu olmak istiyordum. Mahallede tek kale maç yapardım, dokuz aylık diye bir de oyun vardı bilirsiniz, ben de bu kültürü yaşadım. Fakat; babam ses sanatçısı ve müzisyen olduğu için beni müzisyen yapmak istiyordu. Bana şu parçayı oku dediğinde krampon alırsan parçayı okurum, diyordum. Hocam da hep bırak futbolu, oynarken ayakların kırılacak mesleksiz kalacaksın derdi. Sonunda sakatlandım. Sakatlık olunca müziğe, müzikten tiyatroya geçtim. Şimdi de televizyon dünyasına girmiş olduk.
 “Huzur Sokağı”nı saymazsak, televizyondaki ilk ciddi işiniz olan “Göç Zamanı” dizisine nasıl dahil oldunuz, anlatır mısınız?
Huzur Sokağı’nın final bölümünde Kutsi’nin oğlunu oynamıştım. Güzel bir bölümdü, seviyorum. Tümay özokur ajansına bağlıyım. Sürekli audition metinleri ve görüşmeleri geliyor, ben de onlara çalışıyordum. Arnavutluk’ta “Hamlet” provalarındaydım. Oyuna yaz döneminde başlamıştık, oynuyorduk. O sıra mail geldi. Limon Yapımın Göç Zamanı projesinin yönetmeni Veli Çelik ile görüşme yaptık. Auditiona girdim. Üç aşamalıydı. Aşamaları geçtikçe haber vereceklerini söylediler. En sonunda da olumlu cevap geldi.

Dizide “Zafer” karakterini canlandırıyorsunuz. “Zafer”e dizinin tek “gerçek kötü” karakteri, dersek doğru olur mu?
Benim karaktere yaklaşım biçimim iyi ya da kötü değil. Önyargıda ya da yargıda bulunmuyorum. Benim için karakterin bir amacı var ve o amaca hizmet eder. Amaç iyi ya da kötü olarak değerlendirilebilir. Benim içinse amacım kutsaldır. Zafer karakteri iyilikleri ve kötülükleri ile amaçları ve hayalleri peşinde mücadele eden bir birey.
Zafer karakteriyle Hande karakteri orada ki imparatorluğu yıkacaklar mı?
Bilmiyorum. Yıkmak istemiyorlar, ele geçirmek istiyorlar. Zaferin en büyük amacı, zafere ulaşmak; yükselmek. Her şeye sahip olmak. Kötü bir çocukluktan geldiğini düşünüyorum, artık kendimce biyografi çiziyorum malum dizilerde bu var. Çocukluğunda hiç sahip olmadığı şeylere sahip olacak diye ant içmiş olduğunu düşünüyorum. Ne yapması gerekiyorsa yapacaktır.  Ben Zafer’i  bukalemuna benzetiyorum her ortama uyuyor.
Sizce “iyi” karakteri oynamak mı daha güzel ve kolay, yoksa “kötü” karakteri oynamak mı?
Kötü olan yaptıklarıyla kötüdür. Hangi duyguları yansıttığıyla değil. İyi de öyledir. Bu yüzden ben nasıl duygular çıkartacağım diye düşünmüyorum. Ne yapmam gerekiyorsa onu yapıyorum. O sahnenin dramatik yapısında benim hangi amaca karşı mücadele etmem gerekiyorsa onu yapıyorum. Sonunda benden çıkan reaksiyonlar o duyguyu hissettiriyor. Bir de biz, genelde kötülük yapmak istiyorsak çok samimi davranıyoruz ve önce karşıdaki insanın gönlünü alıyoruz. Bunu yaptıktan sonra amaca ulaşmak daha kolay oluyor.
Kötülük yaparken nasıl gönül alıyorsunuz, açar mısınız?
Kötülük yapmak istiyorsanız öncelikle karşıdaki insanın güvenini kazanmalısınız. O size izin vermeli. Karşınızda kötülük yapacağım deyip dik durursam siz korunmaya, kaçmaya başlayacaksınız ve benim için zor olacak. Bu yüzden ben sizin güveninizi kazanıp daha sonra hiç beklemediğiniz bir anda öyle bir kötülük yapacağım ki hiç bir yere kaçamayacaksınız. Sırtınız öyle bir yere gelecek ki oradan kalkamayacaksınız. Benim de istediğim bu.
Türkiye piyasasına göre “kötü” karakteri oynamak biraz riskli gibi. “İyi”yi oynayan oyuncuları piyasa daha çok kabul ediyor, doğru mu?
Bunu daha yeni yeni hissetmeye başladım. Benim eğitim aldığım alanlarda, ülkelerde ve kültürlerde hiç böyle bir şey düşünmedim ama bu televizyon sektöründeki ahlaksızı, kötüyü oynamanın bedelini, iyiyi oynamanın kazancını yeni yeni öğreniyorum. Oysa bu beni hiç ilgilendirmiyor. Benim amacım tiyatroda, televizyonda ve kamera önünde kendimi geliştirmek.  Hangi karakter ise ben o karakterden kendimde özellikler keşfediyorum. Beni beğenip beğenmemeleri başka bir mesele. Karakter kötü de olabilir. O kötünün de iyi tarafları vardır. Kötülüğü yapmanın sebepleri de vardır. Bu kötüdür diyen seyirci o kadar mı iyi?

İyi ve kötü taraflarıyla Türkiye’de ki dizi piyasasını Arnavutluk’la karşılaştırarak değerlendirebilir misiniz?
Bunun bana düşeceğini zannetmiyorum ama Arnavutluk ile kıyaslarsak burası gerçekten çok büyük bir sektör. Çok kişi emek veriyor, ekmek yiyor. Türkiye’nin ekonomik, sosyal, toplumsal durumunu daha iyi yansıtmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Balkan ülkelerinde Türkiye’nin yeri çok önemli. Sanatsal anlamda sinema ile karşılaştırmak doğru değil. Çünkü bazıları küçümsüyor “dizi işte” diyorlar. Reyting yapıyorsa o kadar insan bu sektöre girmeye çalışıyorsa o zaten bir yerlere geldiğini gösterir.
Anladığım kadarıyla sizde dizilere piyasa olarak bakıyorsunuz. Sanatsal bir şey aranmaması gerektiğini düşünüyorsunuz değil mi?
Yanlış anlaşılabilir bir nokta var. Onu açıklamak istiyorum. TV sektörü bir eğlence sektörüdür. Orada çalışan tüm ekip, sinema okumuş bu işi profesyonelce yapan insanlardır. Orada ki insanlar kendilerine düşeni en iyi şekilde yapmaya çalışıyorlar. Ama dizinin amacı bir festivale gitmek değil, o topluma satmaktır. O yüzden bazı şeyler değişebiliyor. Aslında oradaki tüm insanların emeği sanata da dairdir.
Ben bir karakteri analiz ederken, Hollywood’ta bir filmde oynayacak gibi hazırlanıyorum. O konsantreyle sahneye çıkıyorum, partnerimle de o ilişkiyi kuruyorum. Sorun şurada; dizinin gereği, sonunu bilmediğimizden tam olarak dramatik yapı kuramıyoruz. Sanatsal yaklaşımım buraya kadar geliyor. Sonra reytinglere göre analizler yapılıyor, karakter değişiyor. Ben bu kadınla kardeş miyim, sevgili miyim değişiyor. Böyle olaylar var. Bunlara ne kadar sanatsal yaklaşılır? O yüzden dizi sektörü diyorum artık.
Arnavutluk’ta Türkiye dizilerine rağbet var mı?
Arnavutluk’un bütün TV kanalları Türkiye dizilerini satın almış durumda. Orada şuan 10-15 Türkiye dizisi mevcut. Önceden Meksika, Brezilya dizileri vardı. Artık Türkiye dizileri seyrediliyor.
Tiyatroya gelelim. Hamlet, Çıkışı Ararken, Arthurio Ui oyunları 2014-2015’te görünüyor. Bir sezonda 3 oyunda varsınız. Bu nasıl oluyor.
2014'ün Ekim ayında başladığımız tiyatro oyunu “Köpeğin Patlaması"nda ilk profesyonel oyunculuğumu gösterdim. Oyun, bir Amerikan kara mizahıdır. Bunun ardından “Çıkışı Ararken” var. Arnavut bir yazarın yazdığı absürd bir oyun. Sonra Arthurio Ui’de dört farklı karakteri canlandırdım. Oyunun müziklerini de yaptım. Son tiyatro projesi “Hamlet”ti. Burada oynarken “Göç Zamanı” işi geldi. Onun için Türkiye’ye gelip gittim. Bunların arasında iki de sinema filmi var: “Emanet” ve “The blood is prisoner”. Bir sezon içinde 4 tiyatro, 2 sinema filmi, dizi ve doktora.
Türkiye’de ki tiyatro piyasasını, Arnavutluk ile kıyaslarsak neler söylersiniz?
Arnavutlukta çok ciddi bir tiyatro geleneği var. Bunun sebebi, komünizm zamanında Rusya ile olan bağlantılar. Stanislavsky bu mesleği ilk defa profesyonel hale getiren adamdır. Bu nedenle Rusya’da tiyatro, bale, sanat dalları çok yüksek değerde olmuş bu da Arnavutluk’a yansımış. Rus, Gürcü, Çekoslovak hocalar tarafından akademiler kurulmuş. Arnavut öğrenciler Rusya’ya gidiyor, geliyor. Önemli bir kültür etkileşimi söz konusu. Tiyatro disiplini inanılmaz boyutta. Türkiye bu şansı yakalayamamış. Komünizmden, ateizmden uzak kalmış. Osmanlı İmparatorluğu kültürü, ardından bir geçiş zamanı olan Atatürk dönemi, tabi ki Almanya ile bağlantılar var.
Türkiye ekonomik anlamda daha güçlü ama bugün Türk tiyatrosunda Stanislavsky’nin yanlış çevrilmiş olması, bütün tiyatro akademisinde bilgilerin yanlış aktarılıyor olması demek.
Şuan böyle mi?
Bana sorarsanız birçok noktada böyle. Tiyatroyu yapan Ruslar, Stanislavsky. Onları anadilde okumak veya direkt Rusçadan çevirmek var, bir de Almanca’ya çevirisinden Türkçe’ye çevrilmişini okumak var. Almanya’da Brecht, Stanislavsky’ye karşı bir adam. Almanlar Rusları sevmez. Şimdi, bu noktadan bir düşünelim. Nasıl bir çeviri yapılmış olabilir. Bugün yeniden çeviriler yapılıyor ama halen ciddi hatalar var. Bazı kelimeler yanlış anlaşılmaya müsait. 
Bu çok önemli tabi. Başka bir şey var mı?
Türkiye de tiyatro yönetmenliği diye bir dal yok. Tiyatro oyuncusuz seyircisiz olmaz ama o dünyayı kuran yönetmen. Bir oyuncu kalkıp ben 50 yaşına geldim, yoruldum yönetmen olayım diyor. Bu olmuyor çünkü yönetmenlik-oyunculuk farklı meslekler. Hayata bakışları farklı bir kere. Biri dünya kuruyor biri o dünyada var oluyor. Biri kimlik değiştiriyor diğeri kimliği koruyor. Kimliği korumak isteyen niye değiştirsin ki? Türk tiyatrosunda böyle sorunlar var.
Türkiye de 200 bin liraya dekor yapıyorlar. Ben dekorun gerçeğini napayım oyuncu onun içinde var olmuyorsa. İsterse 2 milyona yapsınlar. Tiyatro oyuncudan ibarettir ve oyuncunun bir sandalyeye yaklaşımı dekoru belirler. Arnavut tiyatrosunun sorunu ise ekonomik desteğinin olmamasıdır.
Çözüm nedir?
Büyük bir iş sanat ortaya koymak için paraya değil kafaya ihtiyaç var. Özel tiyatrolarda para yok, o nedenle dekor kullanmıyorlar, sözü doğru değil. Geçek, maddi yoksulluktaki manevi zenginlikten kaynaklanan bir şeydir. Kafadan ne kadar yoksulsanız, maddi anlamda da o kadar zengin göstermeye çalışırsınız. Kafada ne kadar zenginseniz, bunları göstermeye gerek yok, sizin varlığınız yeter.
Peki! Hamlet’i uzun bir aradan sonra sizin ekip sahneye koymuş Arnavutluk’ta.
Çok doğru. 70 sene sonra.
Tiyatro geleneğiniz çok zengin olmasına rağmen70 senedir ortada “Hamlet” yok. Neden?
Öyle bir gelenek var ki, her önüne gelen “Hamlet” koyamıyor. Çok sorumluluk istiyor.
Siz neye güvendiniz peki?
Zurab Sikharulidze hocama.
Nasıl bir oyun çıktı, sizi tatmin etti mi?
Evet çağdaş bir yorum çıktı. Öncelikle şunu söylemeliyim 70 senedir bu oyun yoktu. En son bir Rus yönetmen sahneledi. Rus yönetmen Arnavut oyuncularını auditiona çağırıyor. 4 oyuncu geliyor. Bu çok demek. Hamlet’i oynayabiliyorum diyen 4 oyuncu. O da demiş ki:” Ben Rusya da 1 tane bulamadım, burada 4 tane çıktı.” O kadar büyük nüfuslu sanat değerlerine sahip ülkede 1 tane yok. Herkes utanmış tabi. Sonra 2 kişi dublörlü oynamış. Biri bir gece, diğeri bir gece oynamış. Sonra sadece bir kişi oynamış.
O Rus yönetmenin projesi çok başarılıydı. Şu algı oluştu. Biz şimdi “Hamlet” ortaya koyarsak ve insanlar o eskisi daha iyiydi derse, olmaz. O nedenle üstünden zaman geçmesi gerekiyordu. Ayrıca Hamlet 25 kişilik bir kadro. Kostümü bile ağır bütçe gerekiyor ama Zurab Sikharulidze gibi bir yönetmen varken neden olmasın dedik.
Ben yüksek lisansta Hamlet’i oynamıştım. Hocamıza bunu sunduğumuzda o beni düşündü. Ben tabi istiyorum ama korkuyorum da. Başka birini oynatın dedim kabul etmedi. 70 yıl sonra o büyük oyunculardan sonra yeni bir yaklaşımla Hamlet’i oynamak cesaret istiyordu. Ama çok güzel oldu. Çağdaş bir yaklaşım biçiminde herkesi şaşırtan bir Hamlet’ti.  İnsan ilişkilerine yaklaşımı çok farklıydı yönetmenimizin.
Seyirci nasıl karşıladı?
Çok beğendi. Yeniden çevirmiştik, güncelleştirdik. Seyirci daha iyi anlasın diye. Yönetmen çok iyi bir yaşam biçimi kurdu. Sözsüz anlarda bile lafları temrin yaparak yaşam parçasını sundu seyirciye. Shakespeare birçok şey anlatıyor. Yönetmen onların birçoğunu anlatmadan, yaparak seyirciye sundu. Bazen Shakespeare dili anlaşılması zor oluyor. Çok duygulu, tutkulu. Kafa karıştırabiliyor. Hatta bu adam yazarken ne düşünmüş diyebiliyorsunuz. Daha net anlaşılır basit ve derin sundu.
Devam ediyor mu?
Hayır bitti. Politik sistem değişti. Demokrat partiden, Sosyalist partiye geçtik. Sanat işleri devam ediyor ama hükümetin istediği yönetmenle. Baştan yazılıp yapılıyor bazı işler. “Hamlet” ve diğer oyunlarımda durdu.
Sistem mi durdurdu?
Sistem durdurmasa bile bizde bir oyun 25 temsil oynanır. Çok beğenilse de seyircisi olsa da biter. Zaten ülke nüfusu 3 milyon. Sahne kapasitesi 800 kişi. 25 temsilde 20 bin tiyatro izleyicisi gelmiş oluyor. Geri kalan nüfus gelmiyor zaten. Seyirci bitti. Türkiye de olsa 80 milyon nüfuslu 3-4 sezon oynanır.
Kısacası  şuan da Arnavutluk’ta tiyatroyla ilgili bir çalışmanız yok? Yeni bir proje var mı?
Şu an “Zafer” karakterine yoğunlaştım. İlk bölümlerde tam tanıyamadık. Gizemliydi. Yeni yeni entrikalarla karşımıza çıkıyor. Tüm enerjimi ona vermeye çalışıyorum.