SİNEMA

Ediz Hun: Hatırlanacağımı hiç sanmıyorum

O, Türk sinema tarihinin en yakışıklı jönlerinden, Yeşilçam’ın unutulmaz isimlerinden. Birçok kuşak onun filmleriyle büyüdü, büyülendi. Kariyerine siyah beyaz filmlerle başladı, zamanla canlandırdığı karakterler renkli dünyalara geçti. 100’ün üzerinde film çekti. Ediz Hun’un hayatı şimdi Rıza Oylum’un söyleşisiyle kitaplaştı: ‘Film Gibi Geçti’. İşte o röportaj...

Suadiye’de hep oturmayı tercih ettiği bir otelin kafesinde buluşmak üzere sözleşiyoruz. 1940 doğumlu. Ama yıllar ona işlememiş sanki, çivi gibi geliyor buluşmaya. Filmlerinden alıştığımız şekilde gülümsüyor. Heybesinde kariyerine ve hayatına dair birçok anı var. Bir yandan tiyatro kariyeri devam ediyor. Üniversitelerde sinema ve biyoloji-biyokimya gibi farklı dallarda eğitimler veriyor. Ediz Hun’la birer çay söyleyip en baştan başlıyoruz.

*Ediz Bey, kitabınızın adı ‘Film Gibi Geçti’. Peki, hayatınız bir film olsa türü ne olurdu? Komedi, macera, aksiyon, gerilim...

İçinde söylediğiniz bütün bu başlıklar bulunabilirdi. Çünkü günden güne değişen bir hayatım oldu. Ben tesadüflere çok inanırım. Herkesin hayatında enteresan rastlantılar olmuştur. Benim de öyleydi.

*Ne gibi tesadüfler yaşandı?

İlk önce Ses dergisi yarışması. Almanya’da diş doktorluğu okurken yaz tatili için İstanbul’a gelmiştim. Babam makine mühendisi, annem felsefe öğretmeni. Ben tek çocuğum. Babam ve annem o dönem Büyükada’da oturuyorlardı. Orada dostluklar edinmişler. Biri de Acar Film’in genel müdürü Sabahattin Sürmeligil. 23 yaşımdayken bir gün babam, ben ve Sabahattin Bey, üçümüz oturduk. Sabahattin Bey dedi ki “Bir Ayhan Işık var kara gözlü kara kaşlı, sonra büyük gözlü bir hanım geldi Türkan Şoray, sonra ‘Altın Çocuk’ mavi gözlü Göksel Arsoy... Türk sineması devamlı gelişiyor. Kadın seyirci çok rağbet gösteriyor, sen böyle bir şey düşünmez misin?” Ben okuyorum, ailede tiyatrocu da yok. Ayrıca eylül başında okula dönecektim. “Olsun, bir şanstır, baban da müsaade ederse mecmuaların yarışmaları var” dedi. O mecmualardan biri Ses. “Git bir fotoğraf çektir. Sonra bir tane film çekersin, o film iş yapmazsa o zaman kalkar gidersin” dedi. Kabul ettim. Çektirdim, gönderdim fotoğrafları. 10 gün geçti, ilk elemeleri kazandığımı yazan bir evrak geldi. Çemberlitaş Divan Yolu’ndaki Ses mecmuasına çağırıyorlardı.

Evliliğimden önce birçok arkadaşım olmuştur. Ama hiçbir zaman ayyuka çıkan bir beraberliğim olmadı.

*O günü hatırlıyor musunuz?

Tabii. Ana baba günüydü. Tunç Oral, Ajda Pekkan, Hülya Koçyiğit... Baktım oradaki herkes vücutları yanmış, yağız delikanlılar. Ben Almanya’dan gelmişim, bembeyazım, 1.87 boyunda, zayıfım. Çatal bıçak tutuşumuzdan konuşmamıza, eğitimimize kadar birçok şeye baktılar. Altı film şirketi birinci gelen kıza ve erkeğe birer film garanti ediyorlardı. Benim hiç ümidim yoktu. Zaten eğitimimi düşünüyordum.

*Ama seçildiniz...

Evet, 1963 Temmuz’unda biz Ajda Pekkan’la birinci olduk. Çok güzel bir kızdı, şimdi de öyle, yaşına göre çok hoş. Ve ilk olarak
1 Kasım’da ‘Genç Kızlar’ filminin çekimleri başladı.

*Nasıldı ilk kamera önü deneyiminiz, heyecanlandınız mı?

Elim ayağım titriyordu. Edebiyat öğretmeni İskender karakterini canlandırıyorum. Oynayacağım sınıfa girdim, karşımda 60 kız, ikinci sırada Türkan Şoray ile Hülya Koçyiğit yan yana oturuyor, önde Zuhal Tan... Ben kravatlı genç bir çocuğum. Düşüp bayılacağım. Filmi çektik. Bir ay sonra seyrettim, birçok sahnede kendimi çok zorlamışım, “Sen bu işin adamı değilsin” dedim kendime. Ama film çok iş yaptı ve o yolculuk başladı.

*O yıllardaki Ediz Hun bugün karşınıza çıksa ona ne söylerdiniz?

Hayatına dikkat et, şöhret geçici olabilir. Hoş bir çocuksun, kadınlar senden hoşlanabilir ama her şeyini belirli bir ortamda, gizlilik içinde yürütmen lazım. Bunlara dikkat et. Kızları da fazla hırpalama derdim.

*Çapkın mıydınız?

Siz değil misiniz çapkın? Evliliğimden öncesi için konuşuyoruz ama... Tabii birçok arkadaşım olmuştur. Sessizce o arkadaşlıklar yaşanmıştır. Ben hayatımda hiçbir hanıma saygısızlık etmedim. Daima onları onore etmişimdir. Ama hiçbir zaman da böyle ayyuka çıkan bir beraberliğim olmadı.

*Yeşilçam’da aşkınız oldu mu?

Sen beni tabii tatlı tatlı kıvama getirmeye çalışıyorsun (gülüyor). Yaşanmıştır tabii, niye yaşanmasın! Ama şu anda hepsinin bir ailesi olduğu için ifşa etmemek gerekir.

*Günümüzde dizi oyuncuları arasında aşka yelken açanlar var...

Düşün, beraber çalışıyoruz, senin gözün bana bakar, benim gözüm sana bakar, olur tatlı bir şey. Bu kameramanlarla da olur, yönetmenlerle de... Rahmetli Memduh Ün evvela Muhterem Nur’la beraberdi, sonra Fatma’yı (Girik) gördü. Yeşil gözlü Muhterem’i bıraktı, Fatma ile oldu. Hayatı boyunca Fatma ona baktı. Ama zannedildiği gibi koyu aşklar da genelde olmaz. Evlenilse bile ayrılınıyor, tüm dünyada böyle. Mesela Angelina Jolie ve Brad Pitt büyük aşktı ama olmadı.

*Neden olmuyor?

İki tarafın da egosu şişik. O zaman çarpışma oluyor. Bir taraf artı, diğeri eksi olacak. Dengeleyecek.

Türkiye’de iki gerçek star var

*Günümüz şöhretlerini nasıl buluyorsunuz? Kimleri beğeniyorsunuz?

Valla çok iyi sanatçılar var gençlerden, yaramazlar da olabilir. Kendi hayatları… Herkes kendi hayatından sorumlu. Ama devamlılık istiyorlarsa çok mazbut olmaları, insanlara karşı sevgiyle, saygıyla, şefkatle yaklaşmaları gerekiyor.

*Sizin dönemin starları kimlerdi?

Orhan Günşiray, Ayhan Işık, Göksel Arsoy, Kartal Tibet, Cüneyt Arkın önemli starlardı. Bizden sonra gelen Kadir İnanır önemli bir stardı, Tarık Akan önemli bir stardı. Ama benim görüşüm olarak şunu söyleyebilirim, Türkiye’de gerçek iki star var.

'Açtım kapıyı, baktım üç hostes kız'Eşimle tanıştığımız günü çok iyi hatırlıyorum. 26 Aralık 1969’da saat 20.00’de evimin kapısı çaldı. Açtım, baktım üç hostes kız. Beni havayolu şirketinin balosuna davet etmek için gelmişler. “Çalışıyorum, gelemeyeceğim ama birinizin numarasını alayım, program değişirse” dedim. Berna verdi. Bir süre sonra aradım, cici, güzel bir kızdı. Ağırdan aldı. Çok iyi bir ev hanımıdır, eşini çok mutlu edebilecek meziyetlere sahip.

*Kimdir onlar?

Birincisi Cahide Sonku. İkincisi de 60’ların başından itibaren Türkan Şoray. Bunlar çok büyük star. Ama star dediğimiz zaman tabii genişletebiliriz; Hülya da, Filiz de, Fatma da bir star. Ama en tepede olan Cahide Sonku’dur. Alkazar Sineması’nda filmi oynadığı zaman Taksim Meydanı’ndan itibaren kuyruk oluyordu.

*Günümüzde var mı?

Star olması için seyirci kitlesi olması lazım. İstanbul’da bizim filmler 18 sinemada birden oynuyordu, afişler koca kocaydı, duvarları kaplıyordu. Anadolu’da da öyle; İzmir, Ankara, Erzurum… Mesela eksik söyledim, Yılmaz Güney de büyük bir star. Çok iyi bir oyuncu, çok iyi bir senaristti ama bahtsız bir hayatı oldu.

*Tarık Akan’ın sanat dünyasına geçmesinde sizin payınız varmış, doğru mu?

1970’te Ses dergisinin ‘Sinema Artisti Yarışması’nda jüri üyesiydim ve biz seçmiştik. Bir gün Yeşilyurt’ta bir film çekiyoruz. Bahçede dolaşırken bir çocuk geldi, Tarık. Bakırköy’de oturduğu için yakındı. Sohbet ettik, çekingen de biri; “Ne oldu, çalışmıyor musun?” dedim. “Yok, ne teklif var ne bir şey. Seçildim ama 7-8 ay geçti” dedi. “Hemen yapım şirketine git” dedim. Gitti, onunla çalışmaya başladılar, sonra çok yukarılara çıktı.

*O yıllardan Yeşilçam’da oyuncuların çoğunun sahneye çıktığı bir dönem de oldu. Siz çıkmadınız. Neden?

1971 sonu, Cihangir’de oturduğumuz dairenin kapısı çaldı. Baktım Öztürk Serengil. “Yenikapı Gar Gazinosu sahibi Osman Kavran seni sahneye çıkartmak istiyor” dedi. “Benim sesim yok, düşünmüyorum” dedim. “Bir dakika bekle, sana bir şey göstereceğim” dedi. Merdivenlerden indi, arabadan kocaman, çuval gibi bir şey alıp yukarı çıkardı. “İçinde 350 bin lira var. Bunu sana gönderdi” dedi. 350 binle Yeniköy’de güzel bir daire alabilirdiniz. Yine de “Profesyoneli değilim, bu işi yapamam” dedim, kabul etmedim.

Kazanamadık diyenlere inanmayın

*Sinema size ne öğretti?

Disiplini, insanlara yaklaşımlarımda daima saygılı olmayı, başarı için azimle çok çalışmak gerektiğini öğretti. Benim için sinema bir üniversiteydi. O zaman Üniversite kaydım vardı fakat benim gerçek üniversitem sinemadır.

*Şimdi sektörü nasıl buluyorsunuz?

Çağan Irmak, duygusal bir adam, çok da iyi filmler çekti. Derya Baykal’ın oğlu Mert’i çok methettiler.

*Ya Nuri Bilge Ceylan…

Çok iyi bir yönetmen, çalışma imkânım olmadı. Yani hepsi yetersiz demek çok saçma bir şey olur. Öyle bir şey asla kullanmam. Bizim zamanımızda mesela rahmetli Memduh soğuk bir adam olarak bilinirdi ama yönetmenliği mükemmeldi. Orhan Aksoy duygusal filmlerde bir numaradır. Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, bunlar çok klas isimlerdi.

*Eski filmleri, oyunculukları kimi zaman eleştirenler ya da gerçekçi bulmayanlar var. Siz izlediğinizde ne düşünüyorsunuz?

Bazı sahneleri beğendiğim gibi bazı sahneleri de büyüttüğümüzü düşünüyorum açıkçası.

*Günümüzde oyuncuların çok büyük paralar aldıklarından bahsediliyor. Siz bir sürü film yaptınız, o kadar para kazandınız mı?

1963’te yarışmayı kazandığımızda birinci gelenlere başrol vereceklerdi. Alacakları ücret de 12 bin 500 lira olarak tayin edilmişti. O zamanlar 40 bin liraya güzel bir Mercedes alırdın. Sonra 12 bin 500, 20 bin, 30 bin ve 40 bin oldu. Tabii Türkan (Şoray) çok daha fazla alıyordu herhalde, o daha profesyoneldi. Velhasıl yani para alınıyordu. Kazanamadık diyenlere inanmayın. Herkes kazandı. Ben Cihangir’de deniz manzaralı daire aldım, adada arsa aldım, üstüne ev yaptırdım.

*Şimdi oyuncular ‘stylist’lerle çalışıyor, sponsorları var. Siz o dönem kıyafetlerinizi kendiniz alıyormuşsunuz…

Evet. Gardırop valizlerimiz vardı; onları açar, içine asardık. Kostüm listesi verilirdi, arabama asar giderdim. Mesela Cem Yılmaz’la çalıştım misafir sanatçı olarak. Kendinize ait yeriniz, yatağınız var. Giriyorsunuz, istirahat ediyorsunuz, sonra geliyorlar, buyurun diyorlar. Refakatçiyle çekime gidiyorsunuz. Cem’i de ayrıca çok severim.

Sadece cenazelerimiz kalabalık oluyor

*Yıllar sonra ‘Ediz Hun’ dendiğinde nasıl hatırlanmak istiyorsunuz?

Valla hatırlanacağımı hiç sanmıyorum. Belki bu kitap okuyanların raflarında kalır, bir gün toz alırken düşüp ellerine geçerse hatırlarlar.

*Neden?

Ben Türk sineması dersi veriyorum. Çok önemli aktörler, aktrislerimiz var. Mesela rahmetli Orhan Günşiray, Neriman Köksal… Talebelere soruyorum hatırlamıyorlar, anca fotoğrafını gösterince...

*Bu sizi üzüyor mu?

Öyle bir romantizmim yok. Amerika’da aktris ve aktörlerin caddelere yıldızlı isimlerini yazıyorlar hatırlanmaları için. Bizde öyle şeyler de yok.
Sadece cenazelerimiz kalabalık oluyor işte.

Ne kadar çok yönlü olduğunu öğrendim

*Ediz Hun’la görüşmeleriniz nasıldı?

Görüşme sürecimiz tam pandeminin başlangıcına denk gelmişti. Olanca önlemler arasında yüz yüze her hafta görüştük. Yazları Büyükada’daki evlerinde, kışın Bostancı’da Ediz Bey ve Berna Hanım beni tüm nezaketleriyle ağırladılar.

*Sizi en şaşırtan ne oldu?

Herkesin bildiği bir isme sorular sorup da kimsenin bilmediği cevaplar almak en zor sinema tarihi çalışmalarından biriydi. Ediz Hun’u kişisel olarak tanıdıkça ne kadar çok yönlü bir insan olduğunu öğrenmek beni şaşırttı. Özellikle sağlıkla ilgili donanımı oldukça etkiledi.

İki ay eve kapandım, hanıma ‘Beni unut’ dedim

*‘10 Küçük Zenci’ oyununuz devam ediyor. Nasıl başladı tiyatro macerası?

2019’da tiyatrocu Savaş Özdural “Agatha Christie’nin ‘10 Küçük Zenci’ adlı eserini tiyatroya uyarladık, sizi de orada görmek istiyorum” dedi. “Niçin Ediz Hun? Türkiye’de yaşı 70’i geçmiş, 80’e yaklaşmış en azından 20 tane aktör bulursun” dedim. “Biz sizi istiyoruz” dedi. Senaryoyu gönderdiler, 68 sayfanın 62 sayfasında ben varım ve başroldeyim. Kendime ‘Sen bunu yapabilir misin’ dedim. Hepsini ezberleyeceksin, karşındakinin diyaloglarını bileceksin…

81 yıllık bir hayatın özeti

Rıza Oylum’un Ediz Hun’la söyleşiler yapıp yazdığı ‘Film Gibi Geçti’de sanatçının çocukluğundan bugüne yaşadıkları ve ilginç anıları var. Oylum “Çıkardığımız tarihi kronoloji içinde Ediz Hun’un yaşamının ayrıntılarını ortaya koyduk” diyor.

*E, ne yaptınız?

Enis Fosforoğlu’na gittim. Doğuş Üniversitesi’nde ben sinema dersi verirken o tiyatro dersi veriyordu. Birlikte çalıştık. İki ay eve kapandım. Hatta hanıma “Beni unut, evde benim gibi bir adam yok, ben çalışacağım” dedim. Türkiye’de bu oyunla birçok yeri ziyarete gittik, Diyarbakır, Urfa, Trabzon… Sevildiğimi biliyordum Hakan ama ne kadar çok sevildiğimi bu sırada gördüm. Seyircilerin yüzde 80’i oyun çıkışı bekliyor, resim çektirmek istiyor.

*Bunca yıllık deneyim sonrasında bile tereddüt edip çok çalışıyorsunuz. Şimdi oyuncular bir gün tiyatroda, ertesi gün sinema ya da dizi setinde olabiliyor…

Olmaz… Bakın benim çantamda tiyatro metnim hep durur, okurum. 114’üncü oyunu oynadık, öncesinde ben yine çalışma yaptım.

*Televizyona iş yapar mısınız?

Tiyatroda yoğun çalışıyoruz, yeni projelerimiz var. Sinemaya göre daha yorucu tiyatro. Büyük dikkat, performans, disiplin istiyor. Herhalde tiyatroda devam ederim eğer sağlığım izin verirse... Ama çok iyi bir rol olursa, “Rolün hakkından geldi” diyeceklerse kabul ederim. Yoksa ekonomik olarak kendi yağıyla kavrulan bir insanım, “Vah zavallı Ediz, herhalde paraya ihtiyacı var ki bunu kabul etmek zorunda kalmış” dedirtmek istemem. (CNN Türk)